Abdülaziz Mecdi Efendi

Abdülaziz Mecdi Efendi
(Balıkesir Milletvekili Abdülaziz Mecdi Tolun)

(1865-1941)

Abdülaziz Mecdi Efendi

Abdülaziz Mecdi Efendi

1865 yılında Balıkesir’in Okçular Mahallesi’nde dünyaya geldi, babası Hafız Hasan Efendi’dir. Gerek annesi ve gerekse babası tarafından asil bir aileye mensuptur. Babası aynı zamanda ilk hocasıdır. Hıfzını tamamladıktan sonra Rüştiye’yi bitirdi, bütün aklî ve naklî ilimleri de dayısı Yahya Nefi Efendi’den okuyarak icazet aldı.

Rüştiye’yi bitirdikten sonra, bir süre aynı okulda 2. muallimlik yaptı ve sonra Girid’te açılan “Mekteb-i Kebir’i İslâm” da Edebiyat-ı Osmaniye ile diğer dersleri okuttu. Daha sonra İstanbul’a yerleşen Abdülaziz Mecdi Efendi, Tantavizade Halid Bey adında bir zatın hesabına ticaret yaptı.

37 yaşlarında iken kendisine istiğrak hâli gelir ve sekiz ay kadar memleketinde evine kapanarak inzivaya çekilir. (İstiğrak; dalgınlık, manevi âleme dalarak dünyadan habersiz olma hali.)

Bu dönemde meczup olmaktan endişe eden Abdülaziz Mecdi Efendi; “Meczup olmak istemem, cazip olmak isterim” dermiş. Bu hâl kendisinden zail olduktan sonra, A. Mecdi Efendi, tekrar ticarete döner. Hükümetin de kendisini Konya Zahire Borsa Komiserliği’ne tayin etmesi üzerine, uzun süre Konya’da kalır.

Konya’da bulunduğu sürede Sultan Selim ve Şerafeddin camilerinde hususi surette tefsir ve diğer bazı dinî, ilmî ve edebî derslerle Hafız Divanı okutur. Ve pek çok öğrenci yetiştirir. Abdülaziz Mecdi Efendi’den istifade edenlerden birisi de Konya müftülerimizden Abdullah Ulubay Hoca’dır.

Ali Kemâlî Efendi’yi anlatırken bahsetmiş olduğumuz Bezm-i Muhabbet’in müdavimlerinden birisi de A. Mecdi Efendi’dir.

Kudretli bir şair olan merhumun, tasavvufîşiirleri de meşhurdur. Bir ga-zelindeki iki beyti şöyledir:

Efâr-ı beşer her ne kadar etse taâli
İdrak edemez kendini ey hazreti Mennan

Zâtın bilir ancak yine zâtındaki sırrı
Hayrette kalır zâtını bilmekteki irfan.

1908’de hemşehrileri Abdülaziz Mecdi Efendi’yi Balıkesir’den mebus seçerler, bu görevde dört yıl kalır. Birinci Cihan Harbi sıralarında Mısır’da zahire ve un ticaretiyle meşgul olur. 1920 mebus seçiminde de yine Balıkesir’den mebus seçilirse de bu görevi ancak üç ay sürer.

Girid’de iken kendisine Musıle-i Süleyma-niye, Konya’da bulundukları sırada da Osmani nişanı verilir.

1920 Osmanlı Meclisi dağıldıktan sonra, bir süre açıkta kalır, daha sonra Şuray-ı Evkaf Aza-lığı, Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti Müsteşarlığında bulunur. Teklif edilen Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kabul etmemiştir.

Hilim, ahlak, fazilet ve hikmet sahibi bir zat olan Abdülaziz Mecdi Efendi, son derece mahfiyyet sahibidir de… Müsteşar bulunduğu sıralarda yanına gelen bir vatandaşın işi sebebiyle ağır sözler sarfetmesi üzerine, yanında bulunan bir arkadaşının; “Şu adam sana bu kadar ağır sözler söyledi, hiç hakkı olmadığı halde hakaretler etti de, sen hiç ses çıkarmadın, sende hiç izzet-i nefis yok mu?” deyince şu cevabı verir:

“- Nefsim yok ki, izzeti olsun!”

Şer’iyye vekâletinin 1924 yılında kaldırılması üzerine evine çekilmiş ve vefatına kadar vaktini okuyarak, yazarak ve ibadet ederek geçirmiştir. Tasavvufda VAH D ET-İ VÜCUD düşüncesine saliktir. Mürşidi Ahmed Amiş Efendi’dir.

Mahir İz Bey hatıratında, Abdülaziz Mecdi Efendi ile ilgili olarak şunları nakleder:

“Abdülaziz Mecdi Efendi âlim, zeki, şair, üstün dirayet ve firaset sahibi idi; gördüğünü tesir altında bırakırdı, îstidraden belirteyim ki, bu hal meşhur Şeyh Kenan Bey’de de vardı ve daha kuvvetli idi. Bir zamanlar tarikatlere lâkayd kalan Hasan Basri Bey (Çantay), Abdülaziz Mecdi Efendi ile 1930’ larda temastan sonra değişmişti. Ben bir yaz tatilinde Edremit’den İstanbul’a dönerken, Balıkesir’e uğradığım zaman Hasan Basri Bey’i ziyaret etmiştim. Bana Abdülaziz Mecdi Efendi’nin kerametlerinden bahsetti.

Şöyle ki:

“Mecdi Efendi bir gün Basri Bey’in yazıhanesine gelmiş, hava çok sıcakmış.

-Basri Bey! Hava çok sıcak, biraz yağmur yağsın mı? demiş.

Basri Bey de cevaben:

-Nasıl münasipse efendim! dedikten bir müddet sonra, hava kararıp şiddetli bir yağmur yağmaya başlamış.

Sağanak devam edince de:

-Artık yeter mi? Basri Bey! demiş.

O da:

-Siz bilirsiniz efendim! deyince:

-Pekiyi, artık kesilsin! demiş ve yağmur durmuş.

Bu hadise Hasan Basri Bey’i Mecdi Efendi’ye çok bağlamıştı.” O bunları Hasan Basri Bey’in tasavvuf hakkındaki düşüncesini değiştirmek için mi yaptı bilinmez.

Abdülaziz Mecdi Efendi’nin yirmiye yakın eseri mevcuttur. Kavaid-i Farisiyye, Risale-i Edebiye, İnsan-ı Kâmil, Din-i Muhammedi, Esrarname eserlerinden bazılarıdır.

Arifane, zârifane sözleri ve şiirleri pek çoktur. Tasavvuf hayatına sülük ettikten sonraki hayatını daima şükranla yadeder. Nerede olurlarsa olsunlar bu hâllerini; “ Dünyanın en mesut adamıyım” diyerek ifade ederlermiş. Bu manevi neşeleri şiirlerinde de açıkça görülür.

Gözüm şâdan, gönül şâdan, serapa cism-ü can şâdân,
Açılmış gülleri! Bâğ-ı safanın bâğbân şâdân.
Yanımda dilberim, şâdân, yüzünde hüsn-ü ân şâdân,
Olursa çok mu karşımda zemin-i asumân şâdân.

Sonraları mürşidi Ahmet Amiş Efendi’nin görevini de deruhte eden Abdülaziz Mecdi Efendi, 1941 yılı Ağustos ayının yirmi yedinci günü İstanbul’da vefat etti.

Ahmet Amiş Efendi: Tecrid-i Sarihin ilk iki cildinin mütercimi Darülfünun müderrislerinden meşhur Ahmet Naım Bey’in kayınpederi ve Fatih Türbedarı’dır. Aslen Tırnovalı olan Amiş Efendi. 1338 yılında yüz yirmi yaşlarında olduğu hâlde vefat eder. Fatih Camii haziresinde mettundur. Pek çok kerametinden bahsedilir.

Damadının Şehzadebaşı’ndaki evinde vefat eden Amiş Efendi’yi o semtte bulunan Şehzade Camii imamının yıkaması gerekirken, imamın o gün bulunmaması sebebiyle, cenazeyi Fatih Camii imamı gasleder, işini bitirdikten sonra da Amiş Efendi’nin yüzünü, elini büyük bir tazimle öperek, ayrılırken orada bulunanlara şunları anlatır:

“Bundan on sene kadar önce bir sabah Sarıgüzel Hamamı’na gitmiştim. Bir kurnanın başında çok yaşlı, aynı zamanda zaif ve naif bir adamın güçlükle yıkanmaya çalıştığını gördüm. Yanına gitim. Türbedar Amiş Efendi olduğunu anlayınca, yaşına hürmeten kendisini yıkamak istediğimi söyledim ve müsadelerini rica ettim. Kendi kendine yavaş yavaş yıkanacağını ve bu tekliften memnun olduklarını söyledikten sonra: ‘Sen beni sonra bir iyice yıkarsın!” buyurdular.

Ben o zaman bunun manasını anlayamamıştım, şimdi bu vazife ve bu hizmet bana düşünce anladım ve kerametlerinin şu surette zuhur ettiğini görerek hayatta iken bu büyük zata intisap etmediğime cidden acıdım. Onun için ellerini öptüm.”

KAYNAKLAR

Osman Ergin. Abdülaziz Mecdi Tolun, Hayatı ve Şahsiyeti İstanbul 1942;
Mahir İz, Yılların İzi, İstanbul, 1975, s. 161.-162;
Hasan Özönder, “Abdülaziz Mecdi (Tolun) Efendi, Konya Ansiklopedisi, s. 1/15-16.