Hoca Ahmet Fakih

Hoca Ahmet Fakih
(ö.618/1221)

Kaynaklarda XIII. Yüzyılda yaşayan biri birinden farklı beş Ahmet Fakih’ten bahsedilmektedir, Bunlar:

Birinci Ahmet Fakih: Azerbaycanlıdır. Muhtemelen Tebriz’in Asbust köyündendir. Şeyh Evhadüddin Kirmani’nin müritlerindendir. Evhadüddin Kirmani’nin Konya’ya geldiği sıralarda Konya’ya gelmiş olmalıdır. Bu Ahmet Fakih’e ait olduğu söylenen Asbust’taki türbe bir makam ise bu Ahmet Fakih, Konyada’daki Ahmet Fakih’le aynı şahıstır.

İkinci Ahmet Fakih: Ne zaman öldüğü bilinmeyen bir Ahmet Fakih’in kabir taşı Akşehir’dedir. Bu Ahmet Fakih’in Konya’daki Ahmet Fakih’le ilgisi olmadığı aşikârdır.

Üçüncü Ahmet Fakih: Evsaf-ı Mesacidi’ş-Şerife yazarı Ahmet Fakih’tir. Bu Ahmet Fakih eserinden anlaşılacağı üzere, dikkatli, çoluk çocuk sahibi ve düzenli bir yaşantısı olan birisidir.

Dördüncü Ahmet Fakih: Bu Ahmet Fakih de Konyalı’nın bahsettiği “Ahmet Fakih’in torunu Seyit Ahmet, Karaman’da babası Seyyid İbrahim Arap ile dedesi Fakih Ahmed’in ve büyük dedesi Seyyid Ahmed’in adlarına 687/1288 yılında bir zaviye yaptırır. Zaviyenin yanında Ahmet Fakih’in müritlerinden Şeyh Alaman’ın türbesi bulunmakta ve yöre Şeyh Alaman Mahallesi olarak anılmaktadır.” (Osman F. Sertkaya, İSAM, 66)

Beşinci Ahmet Fakih: Ahmet Fakih’in Horasan’dan geldiği, medrese eğitimi gördüğü, fıkıhdaki üstün bilgisinden dolayı kendisine Fakih denildiği, İran edebiyatına vakıf olduğu ve pek çok kerametinin bulunduğu, Bektaşi Velâyetnameleri, Menakıb-ı Hace Fakih Ahmet ile Seyyid Harun-ı Veli Menâkıbı’nda zikredilmektidir. Efâkîde, Fakih Ahmet’in Sultanü’l Ulema Bahâ Veled’in talebelerinden olduğunu, ondan fıkıh dersi alırken cezbeye tutulduğunu, kitaplarını ateşe vererek dağlara çıktığını, Bahâ Veled’in vefatından sonra Ahmet Fakih’in Konya’ya döndüğünü, bilginlik illetinin kendinden gitmesi için kırk yıl mücadele ettiğini ve pek çok keramet izhar ettikten sonra, 618 H. 1221 M. yılında vefat edip cenazesini Mevlâna’nın kıldırdığını anlatır.

Halbuki 618/1221. yılında Sultanü’l-Ulema henüz Konya’ya gelmiş değildir. Pek haklı olarak İbrahim Hakkı Konyalı Efâkî’nin pek büyük bir hataya düştüğünü ve Çarhname isimli eserin sahibinin başka bir Ahmet Fakih olması gerektiğini savunur. Osman F. Sertkaya da Ahmet Efâkî’nin bu tarihi, diğer Ahmet Fakihlerin vefat tarihleri ile karıştırdığı düşüncesindedir. (İSAM; 2/65-66)

Hasibe Mazıoğlu ise, bu hatayı şöyle tashih etmeye çalışır:

“ Ölüm tarihi Efâkî’nin Menakıbü’l Arifin’de verdiği ölüm tarihi ile aynıdır. Ne var ki, Mevlâna’nın babası Bahâüddin Veled’in Konya’ya 626/1228’de gelmiş olduğu ve 628/1230’da da Konya’da öldüğü bilindiğinden Menakıbü’l-Arifin’deki bilgilerle ölüm tarihi arasında çelişki vardır. Fakih’in türbesinin üzerindeki tarihin Menakıbü’l Arifîn’den alınarak sonradan yazılmış olduğu düşünülebilir.” der.

Ahmet Fakih, Hicri 618/1221 tarihini taşıyan türbe kapısı üzerindeki kitabesinde de, “Pek Ulu, pek büyük bilgin, üstün ibadet sahibi, meczupların efendisi, doğunun ve batının kutbu” olarak öğülmektedir.

Ahmet Fakih Kulliyesi

Ahmet Fakih Kulliyesi

Hacim Sultan Velâyetnamesi’nde Fakih Ahmet’le ilgili şöyle bir menkıbe yer alır:

“Sultan Ahmet Yesevi’nin ağaçtan bir kılıncı vardı. Getirip tekbirle Sultan Hacı Bektaş-ıVeli El-Horasani’nin beline kuşattı. Ve dahi ocakta dut ağacından ateş yanardı. Ahmet Yesevi, yanmakta olan bir dut dalını kavrayıp Rum’a (Anadolu’ya) doğru fırlatıp; Rum’da bunu tutarlar, buyurdu. Ol eğsi (yanan dal) havada yana yana geçerken Konya’da bir er var idi. Sultan Hace Fakih derler idi. Ol odu kapıp hücresinin önüne dikti. Kudreti İlâhi ol eğsi yeşerdi, tepesi yanık aşağısı dut idi. Şimdi yemiş verir.”

İbrahim Hakkı Konyalı da bu yaşlı dut ağcından ve bu ağacın Bektaşilerce ziyaret edildiğinden bahseder.

Seyyid Harun-ı Veli Menakıbı’nda Ahmet Fakih’le ilgili bir menkıbe de şöyledir:

“ Seyyid Harun-ı Veli, Hoca Ahmet Fakih’i ziyaret için Seydişehir’den Konya’ya gelir. Türbesini ziyaret için kapısından içeri girince, sandukadan bir el uzanır. Harun-ı Veli uzanan eli hürmetle öper. Herkes hayretler içinde kalır. Seyyid Harun-ı Veli, Hoca Fakih zaviyesinde kırk gün, kırk gece tefekkür ve ruhaniyetiyle münacata varır, ibadette bulunur.”

Ahmet Fakih’e mal edilen Çarhname’den, başka bir de Kitâbu Evsafı Mesacidi’ş-Şerife adında bir eser daha vardır. Ahmet Fakih, arkadaşları ile hacca gider. Bu seyahati esnasında Şam’da, Kudüs’te, Mekke’de, Medine’de gördüklerini bu ikinci eserinde anlatır. Dikkatli bir şekilde binaların merdivenlerinin kubbelerinin, sütunlarının kapı ve pencerelerinin sayıları ile binaların büyüklüklerinin adım olarak ölçüsünü verir.

Efâkî’nin anlattığı cezbeye kapılıp kırk yıl dağlarda gezen bir insanın bu kadar dikkatli olması ve teferruatla ilgilenmesi mümkün değildir. Bu sebeple bu eserin başka bir Fakih Ahmed’e ait olduğu düşünülebilir.

Üçüncü bir eser de, Fakih Ahmed’in şiirleridir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Seminer Kitaplığı 4453 numarada kayıtlı seksen yedi varaklık yazma, Mekke, Medine ve Kudüs methinde yazılan Türkçe bir eseri ihtiva etmektedir. (bk. Sertkaya, İSAM, s. 67)

Büyük Türk Klasikleri’nde de şu bilgi yer almaktadır: “ Ahmet Fakih’in talebelerinden Şeyh Âliman Abdal da Fakih adına Konya’da 687/1288’de bir mescid yaptırmıştır. Fakih’in sandukası buradadır.” Bu Ahmet Fakih, yukarıda bahsedilen dördüncü Ahmet Fakih’tir.

Bugün Ahmet Fakih Türbesi ve Mescidi, adını taşıdığı Hoca Fakih semtinde Şeker Fabrikası’nın güneyinde bulunmaktadır. Mescit, türbe ve hazireden oluşan külliye yakın bir tarihte restore edilmiş, bahçesi düzenlenmiştir.

KAYNAKLAR

Efâkî, a.g.e. s. 446, 52-453;
Ahmet Fakih, (Yayına haz. Hasibe Mazıoğlu) Kitâbu Evsafı Mesâcidi’ş-şerife Ankara 1974, s. 17-12;
Abdülkerim bin Şeyh Musa, Makâlât-ı Seyyid Harun (Haz. Cemal Kurnaz), Ankara 1991, 31-32;
Konyalı, a.g.e. s. 395;
Osman F. Sertkaya, “Ahmet Fakih” DİA, İstanbul 1989, s. 2/65-67;
Büyük Türk Klasikleri, İstanbul 1985, s. 264.