Memiş Efendi

Bozkırlı Muhammed Kudsi Efendi (Memiş Efendi)
(1198/1784-1269/1853)

Çavuş'ta Memiş Efendi Türbesi

Çavuş’ta Memiş Efendi Türbesi

Sadece Konya’nın değil, bütün Anadolu’nun ilminden ve feyzinden istifade ettiği, büyük âlim ve ünlü velilerimizden birisi de, Me-miş Efendi’dir. Asıl ismi, Muhammed bin Mustafa bin İsa’dır. Halk arasında Memiş Efendi olarak anılmış, hocası Ödemişli Hasan Kudsi’ye nispetle de, Kudsî denilmiştir.

1198/1784 yılında Bozkır’ın Aliçerçi köyünde dünyaya geldi. Annesi Hâlime Hanımdır, ilim sahibi bir aileye mensup olan Memiş Efendi, daha küçük yaşlarda tahsile başladı. Bozkır’ın Karacahisar köyünde Hâdimî Hazretleri’nin talebelerinden, akrabası İbrahim Efendi’nin terbiyesinde yetişti. Onun vefatından sonra da, oğlu Mehmet Efendi’nin derslerine devam etti. Daha sonra tahsilini ilerletmek için, Kayseri’ye, İstanbul’a, Trakya’ya, Antalya’ya ve Hadim’e gitti. Bütün ilimlerde, eşi bulunmaz bir âlim oldu. Memleketine döndü, Karacahisar’a yerleşti. Orada evlenip talebe yetiştirmeye başladı. Bu sıralarda Mevlâna Halid-i Bağdatî Hazretleri’nin halifelerinden Hasan Kudsi Efendi ile tanıştı. Onunla birlikte Seydişehir’e, Konya’ya gitti ve Kudsi Efendi’den icazet aldı. Yine onun tavsiyesi üzerine köyüne dönerek talebe yetiştirmeye devam etti.

Hasan Kudsi Efendi’den almış olduğu feyz sonunda, esas tarikatın kurucusu olan Halid-i Bağdadî Hazretleri’ni görme arzusu kendilerinde dayanılmaz bir hale gelince Şam’a doğru seyehata çıktı. Bin bir güçlük ve sıkıntı sonunda Şam’da büyük Şeyhi’ne kavuştu. Kırk gün O’nun sohbetinde bulundu. Feyzinden istifade etti ve bir icazet de O’ndan aldı. Tekrar köyüne dönerek irşad ve tedris görevine devam etti.

Ziya Paşa’nın:

Erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar
Rencide olur dide-i huffâş ziyadan

dediği gibi, Memiş Efendi’nin ilim ve irfanını, halkın kendisine olan teveccühünü çekemiyen birtakım hasud insanların kaynattığı fitne kazanından rahatsız olunca, köyünü terketmek mecburiyetinde kaldı. Mevlâna’nın babası Bahâ Veled Hazretleri de aynı şeyi yapmıştı. Memiş Efendi, Hocaköyü denilen köye gelip yerleşti. Burada on yedi yıl kalıp, talebe yetiştirdi ve halkı irşad etti. Aynı hâl burada da zuhur edince, orayı da terkedip Seydişehir yakınlarındaki Çavuş köyüne geldi ve irşad görevine vefatına kadar burada devam etti.

Memiş Efendi Sandukası

Memiş Efendi Sandukası

Şemsü’ş-Şümûs tercümesinde, Memiş Efendi’nin şemailine dair şu satırlara yer verilir:

“Muhammed Kudsi Efendi, orta boylu, esmere yakın buğday tenli, açık alınlı, ince uzun kaşlı, gözleri siyah, burnunun ucu yüksekçe, ağzı büyükçe, sakalı sık olup, vefatında beyazı siyahından çok idi. Alnında velâyet nuru parlar, aniden göreni heybet kaplardı. Vakar ve sekine sahibi idi. Asla kahkaha ile gülmezdi. Bazan tebessüm ederdi. Güleç yüzlü idi. Gören ayrılmak istemezdi. Dili çok fasih, yüzü pek melih idi. Hep ma’rifetten ve hakikatten konuşurdu. Hiç fuzûli konuşmazdı.”

Rivayete göre Memiş Efendi’nin son günlerinde, ona yaptıklarına pişman olan Hocaköy-lüler Çavuş Köyü’ne gelip, onu tekrar köylerine götürmek isterler ve ricada bulunurlar. Memiş Efendi ise, her iki tarafı da kırmak istemediğinden zor durumda kalır. Merhum o geceyi sabaha kadar ibadet ve zikirle geçirir. 1269/1852 yılında ve o gecenin kuşluğunda vefat eder.

Memiş Efendi, hayatında dört defa evlenmiş, bu evliliklerinden Şeyh Halid, Muhammed Bahâüddin, Ubeydullah, Mustafa Asım, Zeynelabidîn ve Sıddık adlarında altı oğlu ile Fatma, Havva ve Kübra adlarında da üç kızı olmuştur. Şeyhinin vefatı ve vasiyeti üzerine de onun eşi Emine Hanım’ı almış ve ondan da, Hasan Kudsi adında bir erkek çocuğu dünyaya gelmiştir.

Konya’ya yerleşen, çocuk ve torunlarından pek çoğu da, ilmiye sınıfına intisap etmiş, büyük ilim adamı ve tasavvuf erbabı olarak ün yapmış, sayıları elliye yaklaşan halifeleri ile Nakşi-bendiye tarikatının Hâlidiye Kolu’nun Anadolu’da yayılmasına vesile olmuşlardır.

Ben kabirde kefeni çürüyenle, dünyada rızık endişesi çekeni er (adam) yerine koymam.” diyen Memiş Efendi’nin vefatından seneler sonra kabri açıldığında, kefeni ve cesedi, o gün gömülmüş gibi dipdiri ve taze bulunmuş ve türbesi 1866 yılında yaptırılmıştır.

MEMİŞ EFENDİ’NİN KERAMETLERİ

1992 yılı yazında, Çavuş Kasabası’na kabirlerini ziyarete gitmiştim. Bir ikindi namazından sonra, Çavuşlular’la sohbet ettik. Pek çok kerametini anlattılar. Aslında Memiş Efendi, keramet izharından çekinen bir büyük veli… Mecbur olmadıkça asla bu yola başvurmamışlar. Kerametlerinin çoğu talebeleri ile ilgili…

Hocaköylüler, Memiş Efendi’yi köylerine geri götürmek için, Çavuş’a geldiklerinde merhum güç vaziyette kalır. İki tarafı da kırmak istemez:

“- Odama iki tabut koyun, kimin tabutuna girersem, onlar götürsün!” der.

Odasına her iki taraf da, birer tabut koyarlar. Sabahleyin Memiş Efendi’yi, Çavuşlular’m tabutlarında bulurlar. Bu sebeple de cenazesi Çavuş’da defnedilir.

Cebinde parası olmadığı halde, her elini cebine sokuşta para çıkarır, talebelerine ve muhtaç olanlara verirmiş. Bunu sıkça yaparlarmış.

Memiş Efendi Sandukası

Memiş Efendi Sandukası

Talebelerinden birisi hastalandığı için, memleketine dönmek istemiş. Memiş Efendi:

“- Gitme! Bu hastalıktan ölmezsin, birşey-cik olmaz.” dediyse de laf anlatamamış.

Genç memleketinde ümitsiz bir vaziyette yatarken, rüyasında hocasını görür; elindeki kazma ile karnının ağrıyan yerine şiddetle vurur ve bir şeyler koparır. O anda uykusundan uyanan talebe, hastalığından hiçbir eser kalmadığını hayretle görür. Dönüp hocasından özür diler ve derslerine devam eder.

Sohbet sırasında Çavuşlular, çok ilginç bir kerametini anlattılar. Hiçbir eserde yer almayan ve yakın zamanda öğrendikleri menkıbe şöyle:

Memiş Efendi’nin türbesine bitişik olan cami, zamanla yıkılmaya yüz tutmuş, ihtiyacı da karşılamaz olmuş. Çavuşlular bu camiyi yıkıp, biraz da genişleterek yeniden yapmışlar. Cami inşaatı da biteli beş altı yıl kadar ancak olmuş.

Cami inşaatı devam ederken, Beyşehir’li bir zat:

“- Caminin kapı ve pencerelerini ben yaptıracağım!” diye haber salmış.

Hiç ummadıkları bir adamdan gelen bu yardım haberine hayret etmişler. Hatta adama takılmışlar:

“- Babanı rüyanda mı gördün? Çavuş’daki camiye yardım etmek nereden aklına geldi?” diye sormuşlar. Kapı-pencere yaptırmayı vadeden adam, şunları anlatmış:

“- Ben, beş altı yaşlarında iken felçli idim, yürüyemiyordum. Annemle babam beni yanlarına alarak Memiş Efendi’yi ziyarete gittiler. Beni türbede, merhumun sandukasının yanına yatırdılar ve namaza durdular. Onlar namaza durduktan sonra sandukadan bir el uzandı ve beni tutup ayağa kaldırdı. Ben heyecanla koşarak, merdivenlerden aşağı inmeye başlayınca, annemle babam da namazlarını bozarak arkamdan bana yetiştiler, o günden sonra ben yürür oldum. Merhuma bir minnet borcum vardı, onu ödemek istedim.”

Şemsü’ş-Şümûs, tercümesinde de Memiş Efendi’nin bunlara benzer pek çok kerametine yer verilir.

Memiş Efendi Sandukası

Memiş Efendi Sandukası

Sadece keramete takılıp kalanlar için gerçekten ilginç bir keramet. Ama ben, bundan da büyük bir keramete şahit oldum. İkindi namazı için camiye gelen bütün Çavuşlular, Memiş Efendi’nin türbesine doğru dönüp, Fatiha okumadan camiden içeri girmiyordu. Çıkarken de aynı şeyi yapıyorlardı. Yani bu büyük velinin kabri, beş vakit fatihalarla nurlanıyordu. Bence bundan daha büyük keramet olmaz.

Cami ile Memiş Efendi’nin türbesi önünde küçük ve zarif bir şadırvan var. Bu şadırvan, Valide Sultan tarafında yaptırılmış. Şadırvanın güney kısmına da küçük bir kitabe konulmuş. Kitabeyi okumaya çalışırken, Valide kelimesinin önünde bir kelimenin kazınmış oluşu dikkatimi çekti. Orada bulunan yaşlılara, kazınan kelimenin ne olduğunu sorunca şu olayı anlattılar. Kırklı yıllarda Çavuş Nahiye Müdürlüğü’nde görev yapan kâtip, bir gün elinde çekiç ve keski ile “Valide” kelimesinin önündeki “Sultan” kelimesini köylülerin gözleri önünde kazımış son gidişimde kelimenin yerine yazıldığını gördüm.

İşte size, “Sultan” kelimesine bile tahammül edemiyen bir ham zihniyet. Biz bu gibi kafalarla nice tarihi eserleri yok ettik ve milletin tarihle münasebetini kesmeye çalıştık. Konya’da binlerce tarihi kabir taşı kaldırım taşı veya lağım kapak taşı olarak kullanıldı. Nice türbeler kazma kürek yıkıldı. Pek çoğu da çevresindeki arazilerle birlikte satıldı.

KAYNAKLAR

Şemssü’ş-Şumus tercümesi, (Turgut Ulusoy, A. Fikri Yavuz), İstanbul 1997, s. 153-160;
Mehmet Eminoğlu, Şeyh Muhammed Kudsi (K.S.) Memiş Efendi Hazretleri’nin Tarihçesi, Konya 2007, 52-58;
İsmail Bilgili-Ahmet Çelik, Muhammed Kudsi el-Bozkırî (Memiş Efendi), Konya 2011 s. 39-44.