Şems-i Tebrizî

Şems-i Tebrizî
(1186-1247)

Asıl ismi Mevlâna Muhammed’dir. Me­lik Dâd Oğlu Ali adında bir zatın oğludur. 1185-6 yıllarında Tebriz’de dünyaya geldi. Azerî Türklerindendir. Şemseddin yani, dinin güneşi lakabıyla anıldı. Onun Horasanlı olduğunu söyleyenler de vardır.

Şems’in doğumu ile ilgili farklı tarih veren­ler de olmuştur. Şems 642/1245 yılında Konya’ya altmış yaşlarında geldiğine göre onun, 581/1185 veya 582/1186 yılında doğmuş olması gerekir. (Fürüzüngers.92)

Daha küçük yaşlarda manevi ilimleri tah­silde gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems, din ilimlerini tahsilden sonra, genç yaşlarında Tebriz-li Ebubekir Sellafa mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu sebeple de diyar diyar dolaşmıştı. Bu gezgin­liğinden dolayı kendisine “Şemseddin Perende”, “Uçan Şemseddin” denilmiş, ayrıca Tebriz’de tari­kat pirleri ve hakikat ariferi ona “Kâmil-i Tebrizî” adını vermişlerdi. (Efâkî, 1986, s.II/36-37)

Daha sonraları Secaslı Şeyh Rukneddin, Tebrizli Selâhaddin Mahmut ile büyük âlim ve ünlü mutasavvıf Necmüddin Kübra’nın halifele­rinden Centli Baba Kemal’e intisap ederek onlar­dan da feyz aldı.

Gittiği yerlerde kendisine tacir süsü ve­ren Şems, Konya’ya gelmeden önce bir süre Erzurum’da kaldı ve mektep hocalığı yaptı.

Peygamber Efendimiz’in ahlâkını örnek alan Şemseddin-i Tebrizî, devamlı bir arayış içe­risinde oldu, bir rivayete göre de manevî bir işa­ret üzerine de Hazreti Mevlâna’yı arayıp buldu. Dünyaya, kılık ve kıyafete önem vermeyen Şems, Mevlâna ile üç yıl kadar süren beraberliği netice­sinde onun hayatında yeni ufukların açılmasına vesile oldu ve onu İlâhî aşkın potasında eriterek, kâmil bir Hak âşığı yapmaya muvafak oldu.

Bir yazarımızın pek haklı olarak belirttiği gibi, eğer Mevlâna olmasaydı Şems hiç duyulma­yacak, ama Tebrizli Şems de olmasaydı Mevlâna da sadece ilmi ve hikmeti ile bilinecek, belki bütün dünyaya mâl olan eserleri veremeyecekti.

Efâkî, Menakibü’l-Ârifin’in dördüncü bö­lümünü Şems’e ve Şems’in kerametlerine ayırdığı gibi, Sultan Veled de İntiha-Name’sinde Semâ’ı Hazreti Mevlâna’ya Şems’in öğrettiğini ve onda meydana gelen değişikliği şöyle anlatır:

“O seçkin padişah, aylar ve yıllarca dur­madan şahitlik ve din ilmiyle uğraştı. Takva ile yol almaktaydı. Allah ona, şahitlik mazharından tecelli etmekteydi. Şemseddin onu, kendi seç­miş bulunduğu Semâ’a çağırdı. Semâ başlayınca, Allah’ın lûtfuyla, önceki hâline göre yüz kat daha ileri gittiğini gördü. Gönlünde Semâ yüzünden bağlar, bahçeler yeşerdi, gelişti. Semâ ona doğru yol oldu.”

Teferruatıyla daha önce anlattığımız şe­kilde, Mevlâna’da meydana gelen büyük değişik­liği hazmedemeyenler, onun Mevlâna’dan ebedi­yen ayrılmasına sebep oldular. Şems 645 H. 1247 M. yılında şehit mi edildi, yoksa geldiği gibi, kim­seye haber vermeden Konya’yı mı terk etti kimse bilmez.

Bugün Konya’mızda Şems makamı olarak bilinen, halk ve bilhassa Mevlevilerce Mevlâna türbesinden önce ziyaret edilen bu mescit-türbe de mevcut sanduka, boş bir sanduka mı, yoksa Mehmet Önder Bey’in bir hatırasında anlattığı gibi, Şems gerçekten burada mı metfundur, bu da bilinmez. Bilinen bir gerçek odur ki, Allah velileri­nin kalplerde yaşadığıdır.

Şems sevgisi İslâm âlemini öyle bir sarar ki, Yunus Emre’de olduğu gibi, pek çok yerde­ki türbe ve makamlar Şems’e izafe edilir. Şems Türbesi’nde, Şems’e ait sandukanın altındaki me­zarı ilk olarak bulan Mehmet Önder Bey, Şems’e ait makam ve türbelerle ilgili olarak şu bilgileri ve­rir:

“Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz’de Geçil denilen mezarlıkta, Hoy’da, Pakistan’ın Multan şehrinde Şems Türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Bir söylen­tiye göre, Şems, kesik başını alarak Niğde’ye gel­miştir. Bektaşilerin itibar ettikleri “Velâyetname” adlı kitaba göre Şems, kesik başını koltuğunun altına gizleyerek semâ ede ede Tebriz’e gelmiş, orada defnedilmiştir. Pakistanlılar’in söyledikleri­ne göre de Şems, Konya ‘dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, önce Tebriz ‘e oradan da Hindistan’a gelmiş, meczup ve perişan yıllarca ormanlarda dolaştıktan sonra Multan şehrinde ölmüştür.”

Şemsi Tebrizi’nin Sandukası

Şemsi Tebrizi’nin Sandukası

Bu konuda Fürüzanfer de şöyle söyler:

“Kuvvetli bir ihtimalle denilebilir ki, Şems Konya’da öldürülmemiş, Konya’dan ayrıldıktan sonra akıbetinden bir haber ve eser bulunama­mıştır. Onun akıbeti doğru olarak belli değildir. Kaybolma tarihi ittifakla 645/1247-48’dir.” (Fürü­zanfer, 2005, a.g.e. s.117)

Yine Fürüzanfer’e göre Şemsin kendisine ait yazılmış müstakil bir eseri yoktur. Ona mal edi­len “Makalât” müritleri tarafından Şems’in mec­lislerde söylediklerinin bir araya getirilmesinden oluşmuştur. (Fürüzanfer, a.g.e. s. 126) 

 

KAYNAKLAR

Mehmet Önder, Hazret-i Mevlâna Hayatı ve Eserleri, İst. 1987, s.74
Efâkî, a.g.e s.2/95
Fürûzanfer, a.g.e s.11,126