Ulu Arif Çelebi

Ulu Arif Çelebi
(1272-1320)

Ulu Arif Çelebi, Sultan Veled’in büyük oğludur. Annesi Selâhaddin Zerkûbî’nin kızı Fatma Hatun’dur. 670 Hicrî ve 1272 Milâdî yılı Zilkade ayının 8. Salı günü dünyaya geldi.

Ulu Arif Çelebi’ye kadar Sultan Veled’in pek çok çocuğu olmuşsa da hepsi de küçük yaşlarda vefat etmişti. Bu sebeple Ulu Arif Çelebi’nin doğumu başta Hazreti Mevlâna olmak üzere, ailede büyük sevince vesile oldu.
Arif Çelebi’ye intisap eden Efâkî, eserinin sekizinci bölümünü ona tahsis eder ve başında da:

“Ariferin Sultanı, bilenlerin burhanı, keşif erbabının örneği, abdal ve evtâdın kutbu, hâl padişahlarının padişahı, vuslat sahiplerinin hülâsası, Hakk’ın ve dinin celâli” gibi sözlerle ulular. Ve pek çok kerametinden bahseder.

Arifer’in Menkıbeleri’nde anlatıldığına göre:

“Bir gün Mevlâna Hazretleri Sultan

Veled’e:

‘- Bahâeddin! Ben bu çocukta yedi velinin nurunu görüyorum. Yüce Allah, nurları onun canına yoldaş etmiştir!’ demesi üzerine, Sultan Veled sorar:

‘-Bu nurlar içinde sizinki de var mı?’ Mevlâna cevap verir:

‘- Evet, bizimki de, yani Bahâ Veled, Seyyîd Burhaneddin, Şems-i Tebrizî, Şeyh Selâhaddin, Hüsâmeddin’in, benim ve Veled’in nurlarını nefsinde toplamıştır. Akılların ruhlarının sevgilisidir. Şimdi onun adı, Feridun olsun. Bu, onun anne babasının adıdır. Fakat siz ona Emir Arif diye hitap ediniz. Çünkü Bahâ Veled beni Hüdavendigâr diye çağırıyor, adımı hiç söylemiyordu, işte benim bu manevi hediyem ona lakap olsun. Yani adını Celâleddin Arif diye yazsınlar.”

Baha Veled, Ulu Arif Çelebi’yi çok sever ve küçük yaşlardan beri ona saygılı davranırmş. Arif Çelebi’nin Kur’ân-ı Kerim Hocası Malatyalı Mevlâna Selâhaddin şöyle anlatır: “Celâleddin Arif Hazretleri altı yaşında idi. önümde Kur’an okuyordu. O ne zaman medreseden içeri girse, Veled Hazretleri ona hürmet eder, ayağa kalkar, ona yer verirdi.

Bir gün küstahlığım yüzünden ona:

“- Arif, nihayet sizin çocuğunuz-dur. Bir çocuğa bu kadar izâzda bulunmak lazım değildir. Ulular bunu yapmamışlar, hatta bunu ayıp saymışlardır” dedim.

Bunun üzerine Sultan Veled:

“- Hayır hayır, böyle söyleme ve aksini düşünme, halkın ayıplamasını da bırak. Allah’a yemin ederim ki, Arif medresenin kapısından içeri girdiği anda, babam hazretlerinin içeri girdiğini zannediyorum. Onun salınışı, nazlı nazlı yürüyüşü, ölçülü, biçili hareketleri tıpkı babamınkidir.”

Ulu Arif Çelebi Divançe’nin ilk iki sayfası

Ulu Arif Çelebi Divançe’nin ilk iki sayfası

Sultan Veled, oğlu Ulu Ârif Çelebi’yi büluğ çağına gelince Tebrizli Emir Kayzer’in kızı Devlet Hatun’la evlendirdi. Bu evlilikten Bahaeddin Emir Âlim, Muzafereddin Emir Âdil adında iki oğlu ve Melike adında bir kızı dünyaya geldi. Ulu Arif Çelebi Mevlâna’nın bütün eserlerini ezberden okuyacak kadar güçlü bir hafızaya sahipti. Ulu Arif Çelebi’nin emriyle Ahmet Efâkî, meşhur Menâkıbü’l-Arifin isimli eseri yazdı ve böylece kaynak olabilecek büyük bir eser meydana getirilmiş oldu. Arif Çelebi, yanında Ahmet Efâkî de olduğu halde, başta Tebriz ve Azerbaycan olmak üzere, Anadolu’nun pek çok yerini defaatle gezdi, oralarda irşatlarda bulundu.

1312’de babası Sultan Veled’in vefatı üzerine, Mevlevîlik postuna oturdu. Bu sıralarda kırk yaşları civarında idi. Sekiz yıl gibi kısa postnişinliği döneminde Mevlevîliğin kurulması ve gelişmesinde, babası gibi Arif Çelebi’nin de büyük emeği geçti. Mevleviliği sağlam temeller üzerine oturttu. Dergâh’ın vakıf gelirlerini artırdı. Sema ve zikir usullerini kurallaş-tırdı. Sipehslar onun için, “Himmeti âlî, keremi hesapsızdır” ifadelerini kullanır. (Sipehsalar, 1331, s. 206)

Şemseddin Abid Çelebi, Ulu Arif Çelebi, Zahit Çelebi’nin Sandukaları

Şemseddin Abid Çelebi, Ulu Arif Çelebi, Zahit Çelebi’nin Sandukaları

Ulu Arif Çelebi, 5 Kasım 1320 Salı günü, 48 yaşlarında iken vefat etti. Cenazesi Mevlâna’nın ayakucuna doğru soldaki yere gömüldü. Bazı eserlerde doğum tarihi 1271, vefat tarihi ise 1319 olarak gösterilmiştir. Ulu Arif Çelebi’nin, bir de Divânı vardır.

Gölpınarlı, Ulu Ârif Çelebi’nin bazı gönül maceralarından bahseder. (Gölpınarlı, a.g.e, s.82)

KAYNAKLAR

Efâkî, a.g.e. s. 2/ 237, 245;
Sipehsalar, a.g.e. s.205-206;
Fürunzanfer, a.g.e. s.206;
Gölpınarlı, a.g.e. s. 65-95:
Önder, a.g. makale, 134-135.