Nasreddin Hoca

Nasreddin Hoca
(1208-1284)

Ünü hudutlarımız dışına taşan büyük değerlerimizden biri de, hiç şüphesiz Nasreddin Hoca’dır. O, asırlarca Türk zekasının ve esprisinin büyük üstatı olarak, edebiyat ve mizah tarihimizde derin izler bırakmıştır.

O, gülerken düşündürür. İnsanlara, düşünürken gülmeyi öğretir. O, bir halk filozofu ve büyük bir ahlakçıdır. Fıkralarında yer alan dini, hukuki, ahlaki ve içtimai motifler son derece zarif ve insanı derin derin düşündüren bir inceliğe ve güzelliğe sahiptir. Dünya tarihinde bir Nasreddin Hoca daha göstermek mümkün değildir.

Yapılan inceleme ve araştırmalara göre Nasreddin Hoca, Anadolu Selçukluları devrinde 1206 veya 1208 yılında, bugün Eskişehir’e bağlı Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde doğmuştur. İlk tahsilini köy imamı olan babası Abdullah Hoca’dan görür. Daha sonra Konya’ya gelir ve Konya medreselerinde okuyarak icazet alır. Rivayetlere göre Nasreddin Hoca, Pirebi ve Hoca Cihan’ın medrese arkadaşıdır. Hoca Ahmed Fakih’den ders ve feyz almışlardır.

Nasreddin HocaTahsilini tamamlayarak köyüne dönen hoca, babasının vefatından sonra, bir süre köylerinde imamlık yapar. Daha sonra Akşehir’e göçerek ünlü mutasavvıfardan Seyyid Mahmud Hayrânî’ye intisap eder ve oraya yerleşir. Ömrünün kalan kısmını orada geçirir. 1284 yılında vefat eder. Akşehir’de adıyla anılan kabristanda metfundur. Kızları Fatıma Hatun’la, Dürrü Melek’e ait kabir taşları, son yıllarda bulunmuş ve Akşehir müzesine kaldırılmıştır.

Türkistan’da çok sevilen Timur, Anadolu’da pek sevilmez. Çünkü o, bir asra yakın bir zaman, Anadolu’da Türk birliğinin ve bir cihan imparatorluğunun kurulmasının gecikmesine sebep olmuştur. Moğol saldırılarının açtığı yaraları yeniden deşmiş, Anadolu’yu baştanbaşa yeni bir kaosa ve sıkıntıya sürüklemiştir. Timur’un Anadolu’da sevilmemesinin sebebi budur. Bu yüzden halk Selçuklu döneminde yaşayan Nasreddin Hoca’yı Timur döneminde yaşamış gibi kabul edip Timur’dan intikamını Hoca vasıtasıyla almaya çalışır. Nasreddin Hoca ve Timur fıkralarının meşhurluğu buradan gelir.

Birgün Timur’la Hoca Akşehir hamamında yıkanırken, Timur:

“- Hoca! Senin parayla kaç para ederim?” diye bir soru sorar. Hoca Timur’a pek az bir fiyat biçer.

Timur:

“- Amma da yaptın ha Hoca! O söylediğin fiyat, benim belimdeki kemerin tokası’nın parası bile değil!” deyince.

Hoca, cevabı yapıştırır:

“- Zaten ben de değeri ona biçmiştim!” deyiverir.

Böylece, Timur’un on para etmediğini bir nükte ile anlatmış olur.

Allah, azan ve haddi aşan toplumları çeşitli bela ve musibetler vererek cezalandırır. İntikamını, bir zâlim kulunu diğer bir zâlim kuluna musallat ederek alır. Bu gerçeği çok iyi bilen Nasreddin Hoca, Timur’la geçen bir konuşmasında unu veciz bir şekilde ifade eder.

Rivayet olunur ki, Timur her girdiği yere, o yerin âlimlerini toplar:

“- Ben âlim miyim, yoksa zâlim mi?” diye bir soru sorarmış.

Timur; “Âlimsin” diyenin de; “Zâlimsin” diyenin de boynunu vurdururmuş. Timur Akşehir’i aldıktan sonra, aynı soruyu Hoca’ya da sorar.

Hoca’nın verdiği cevap gerçekten düşündürücüdür:

“- Sen ne âlimsin, ne de zâlimsin! Zâlim bizleriz ki, Allah seni bize zulüm olarak verdi!” deyiverir.

Hoca’nın verdiği bu cevap Timur’un çok hoşuna gider ve ona iltifatlarda bulunur. Hoca’nın verdiği cevap iyi düşünülürse, her hâl ü kârda Timur yine de zâlimdir.

Nasreddin Hoca, fıkralarında atasözlerini yaşatır. Bazan fıkraları, atasözlerinin menşei gibidir. Meselâ: ‘İpe un sermek”, ‘Deli deli akanı, bura bura tıkarlar”, ‘Parayı veren düdüğü çalar”, “Fincancı katırlarını ürkütmek”, “Eşeğin sözüne bakmak”, “Baklayı ağzından çıkarmak” bunun tipik örneklerindendir.

Nasreddin Hoca Türbesi

Nasreddin Hoca Türbesi

Hoca, bazan imamdır, bazan vaiz, kimi zaman da gölge kadısıdır. Sade vatandaş olarak da fıkralarda yer alır. Timur fıkralarında olduğu gibi, pek çok fıkra Nasreddin Hoca’ya ait olmadığı hâlde, ona atfedilmiştir. Hangi fıkraların Hoca’ya ait olmadığını ayırabilmek de son derece zordur. Edep, irfan dışı fıkraların Nasreddin Hoca’ya ait olmadığı muhakkaktır.

Nasreddin Hoca’nın şahıslarla ilgisi yoktur, onun için şahsiyetle uğraşmaz. Yanlışları, çarpıklıkları kimseyi kırmadan ortaya koyar. Ders alacaklar kendisini bilir.

İşte buna örnek bir fıkra:

Sivrihisar kadısı, içkiye düşkün bir insanmış. Kadı, yine birgün bağda içmiş; kavuğunu bir yana, kürkünü bir yana atıp kendinden geçmiş.

Oralarda dolaşan Hoca, Kadıyı o vaziyette görünce, Kadı’nın kürkünü giyip oradan uzaklaşmış. Kadı uyanınca, bakmış ki kürkü yok. Emir vermiş; kürkümü kimde görürseniz, yakalayıp getirin. Hoca’yı yakalayıp, kadının huzuruna getirmişler.

Kadı, Hoca’ya: “Bu kürk senin mi?” diye sorunca, Hoca:

“- Hayır! demiş. “ Dün gezmeye çıkmıştım, bağda bir sarhoş gördüm. Kavuğu bir yanda, kürkü bir yanda; sızıp kalmış. Hırsızlar kürkü çalmasınlar diye kürkü sırtıma giydim. Ben de o sarhoşu arıyorum. Siz sarhoşu bulup gösterin, kürkünü vereyim.” deyince,

Kadı efendi; o kürk benim diyememiş ve:

“- Hocam! Kürk, bakalım hangi edebsizindir, sen kürkü giymeye bak!” demek mecburiyetinde kalmış.

Hoca bazan şahısları ve toplumları eğitme ve terbiye etme görevini de üstlenir. Zamanında, son derece küfürbaz bir genç varmış. Lafa küfürle başlar, küfürle bitirirmiş. Herkes bu gencin kü-fürbazlığından bizar olmuş. Genci bu huyundan vazgeçmesi için, Hoca’ya getirmişler. Hoca, gencin ağzına bir bakla vermiş ve müsadesi olmadan baklayı ağzından çıkarmamasını sıkı sıkı tenbih etmiş. Bir süre de bu genci yanından bırakmamış. Genci, kadılık yaptığı zamanlarda bile yanından ayırmazmış.

Hoca birgün makamında otururken, paldır küldür içeriye bir adam dalmış ve heyecanla:

“- Hocam! Babam sizlere ömür vefat etti, analığım dul kaldı; ben onu nikahıma alabilir miyim?” deyince, böyle din ve ahlak dışı suale öfelenen Hoca, cevabı gence bırakmış ve:

“-Çıkar oğlum baklayı ağzından!” deyince genç, kendi usulünce adama cevabı yapıştırmş. “Baklayı ağzından çıkarmak” da bir deyim olarak günümüze kadar gelmiş.

Hoca’nın fıkraları hiç eskimez, pörsümez, tazeliğini, canlılığını, güncelliğini ve güzelliğini daima muhafaza eder. Her çağda geçerlidir. İnsanın işi sarpa sarmaya görsün, her kafadan bir ses çıkar, akıl öğretenler, yol gösterenler, adamı paylayanlar çıkar.
Birgün hırsızlar hocanın eşeğini çalmışlar. Bunu duyan komşuları başlamışlar Hoca’ya akıl vermeye: “ Hocam! Eşeği iyi bağlasaydın, evde köpek bulundursaydın.”

Başka birisi:“ Hocam! İnsan bu kadar gafet eder mi?” her kafadan bir ses; Hoca dayanamamış:

“- A komşular! Hep kabahat benim mi, hırsızın hiç kabahati yok mu?” demek mecburiyetinde kalmış.

Nasreddin Hoca, Türkiye’de olduğu kadar küçük farklılıklarla Türk dünyasında da tanınmaktadır.

KAYNAKLAR

– Saim Sakaoğlu, Türk Fıkraları ve Nasrddin Hoca, Konya 1992,
– Necla Pekolcay, “Nasreddin Hoca Fıkralarının Toplum İlişkileri Yönünden Değeri”, Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu, 8 Temmuz 1991, Konya 1992, s. 115-120;
– Nurettin Albayrak, “Nasreddin Hoca”, DİA, 32/418-420;
– Saim Sakaoğlu, “Hangi Nasreddin Hoca Bizim Hocamızdır?”, Merhaba eki, Akademik Sayfalar, S.7, s. 4/50, 7 Temmuz 2004;
– Ali Berat Alptekin, “Nasreddin Hoca Türk Dünyasında”, a.g. Akademik Sayfalar, s. 4/52, 7 Temmuz 2004.