Pirebi Sultan

Pirebi Sultan

Rivayetlere göre Pirebi Sultan, Hoca Fakih’ın müridlerinden ve talebelerindendir. Halk Tarafından sınanmış bir ermiş olduğuna inanılır. 13. Yüzyıl’da yaşamıştır. Hayatı hakkında kesin bilgi yoktur. Türbesi ve zaviyesi Konya’nın güney batısında Söylemez Tekkesi’nin ilerisinde kendi adını taşıyan yörededir.

İ. Hakkı Konyalı, “Burada yatan zatın bir Selçuklu prensi mi, bir Selçuk âlimi mi, devlet adamı mı veyahut Hoca Fakih gibi bir şeyh mi tespit edemiyoruz.” der. Yalnız, Fatih devrinde Sultan Pirebi Zaviyesi vakıfarının bulunduğu tespit edildiğine göre, Sultan Pirebi’nin bir şeyh olması kuvvetle muhtemeldir.

Nitekim, Hacı Bektâş-ı Velî Velayetnamesi’ne göre Pirebi (Pir Ebi) Hacı Bektâş-ı Veli’nin Çerağcısı ve halifesidir. Adı geçen velâyetnamede şu menkıbeye yer verilir:

“Bir gün Sadreddin-i Konevî, Konya’dan Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’ye bir derviş gönderdi. Hünkar’a:

– Pek meclubuz, sohbetine iştiyakımız var. Fakat bulunduğumuz yerde de işimiz var; bu hizmet de onların hizmeti. Sülük görmüş halifelerinden birini gönderse de burada ona bir mekân göstersek, bizimle beraber bulunsa, kendilerinin manasını onlarda bulsak, kendilerinin kokusunu onlardan alsak!” dedi.

Derviş vardı, Sadreddin-i Konevî’nin bu sözlerini Hünkar’a söyledi. Hünkâr, Pir Ebi Sultan’a döndü:

-Çerağcı! Bizden istedikleri kimse sensin. Yürü Konya’ya var, Şeyh Sadreddin, nereyi gösterirse orayı mekan et, Konya’yı sana yurt verdi. Yerin ziyaret olsun, toprağın kefaret.

Pîr Ebi Sultan’ın üç oğlancığı vardı, Hünkâr’ın emri üzerine kalktı karısına gitti, Hatununa hâli anlattı, oynayan oğlancıklarını aldı, Konya’ya geldi. Doğruca Sadreddin’e vardı, hâli bildirdi. Sadreddin Pir Ebi’yi ağırladı; sonra beraberce bir yere vardılar:

-Burası, dedi hem bize yakındır, hem de karşı!

Pir Ebi oraya bir tekke kurdu. Birçok mürit, muhip yetiştirdi.

Bir zaman oldu, Konya’da taun salgını oldu. Pir Ebi Sultan’ın iki oğlu da taundan öldü. Derken üçüncüsü de tutuldu, birkaç gün yattı, sonunda o da can verdi.

Çocuğu teneşire koyup yıkarlarken Pîr Ebi eve girdi; baktı ki, hatunu pek acıklanmada, çok ağlamada. Hemen dışarı çıktı, oğlunun yanına gitti, yüzünü göğe çevirdi:

-İlâhi! İkisini aldın, birini bize bağışla!

Besmele çekti, oğlunun eline yapıştı:

-Kalk oğul! dedi.

Allah’ın emriyle, Allah’ın izniyle oğlancık dirildi, ayak üstüne kalktı.

Pîr Ebi çocuğu aldı, kadınına götürdü.

‘- Biz sabrettik amma, senin sabrın olmadığından, Allah’a yalvarıp niyaz ettik; lütfetti, kerem etti, niyazımızı kabul etti, oğlancığına hayat verdi, bağışladı bize.’

Bu olay üzerine Konya halkı, Pîr Ebi Sultan’a pek ziyade bağlandılar.

Pîr Ebi Sultan Konya’da öldü. Mezarı, Lârende kapısından dışardadır.”

Bir menkıbeye göre de Pirebi, Nasreddin Hoca ve Hoca Cihan arkadaştır, Bir gün, hocaları Ahmet Fakih’in kuzusunu kesip yerler. Hocaları bunlara beddua eder. Nasreddin Hoca’ya:

-Sen dünya durdukça âleme gülünç ol.

Pirebi’ye:

-Senin de kıyamete kadar kemiklerin kaynasın.

Hoca Cihan’a da:

-Seni de çocuklar kıyamete kadar rahatsız etsinler der.

Halk arasında her birinin ayrı hikayesi vardır.

Selçuk Es’in İzzet Koyunoğlu’ndan naklettiği’ne göre, Pirebi’nin asıl adı Piriâb Sultan’dır. Denizcilerin şeyhidir. Bektaşî tarikatına mensup olan bu şeyhe Yeniçeriler büyük saygı gösterirlermiş. Vaktiyle Akdeniz’i titreten korsanlar Konya ve Tire’den giderlermiş.

Gordelevski de Pirebi Sultan’ın müritlerinin gizli Bektaşi olduğuna ve suyu himaye ettiği için Piriâb Sultan olarak anıldığına dikkat çeker. (Aynı yer s. 1058)

Konya Şeriye Sicilleri kayıtlarında kelime, “Pirebi Sultan” ve “Pirebi nam mevzi” şeklinde geçmesi, Koyunoğlu’nun ifadesini doğrulamaktadır. Demek ki, zaman içerisinde kelime halk arasında “Pirebi” şekline dönüşmüştür.

Zamanla zaviye yıkılmış ve yerine 1971 yılında cami yapılmışıtır. Pirebi Sultan’ın kabri de açıkta caminin kıblesinde yer almaktadır.

KAYNAKLAR

– KŞS, (Sak), Konya 2007, s. 11/155;
– KŞS, (Sak-Çetin) Konya 2008, s. 42,75;
– Menâkıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Velî. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul, 1990. s. 87;
– Konyalı a.g.e. s. 701;
– Özönder, a.g.e. s.137-138;
– V.A. Gordelevski, a.g. dergi s.1057;
– Es, Muhtasar Konya Ansik. , (Haz. Uz) s. II/341-342.