Hacı Veyiszade Mustafa Efendi

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi
(1303/1887-1960)

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi

Ailesi ve Doğumu:

Âlim ve velilerimizin büyüklerinden olan Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, 1303 Rumî, 1887 Miladi yılında Konya’da Sedirler Mahallesi’nde dünyaya geldi. (Nüfus kayıtlarında doğumu 1305’dir). Babası büyük bilginlerimizden Hacı Veyis Efendi, annesi ise Fatma Hanım’dır. Hem anne hem de baba tarafından asil bir aileye mensuptur. Babası 1935, annesi Fatma Hanım ise 1931 yılında vefat etmişlerdir. Hacı İbrahim Efendi adında bir erkek, Fatma, Hatice ve Rahime adında üç kız kardeşi vardır. Mustafa Efendi’nin eşi, Meryem Hanım olup, kendinden bir yıl kadar önce, 1959 yılında vefat etmiştir. Mehmet ve Veyis adında iki oğlu, Hâlime, Sakine, Fatma ve Sâre adında dört kız çocuğu olmuştur. Oğullarının her ikisi de hafızdır. Oğlu Mehmet Efendi, kendisinin vefatından sonra Aziziye Camii imam ve hatipliğine getirilmiştir.

Tahsil Tedris ve İrşad Hayatı:

İlk bilgi ve terbiyeyi babasından alan Mustafa Efendi, çok küçük yaşlarda Bekir Efendi adında bir zattan hafızlığını ikmal etmiştir. Bundan sonra, Hacı Veyis Efendi’nin müderrisliğini yaptığı Adliye Medresesi’ne devam etmiş, 18-19 yaşlarında, zamanın ilim adamlarının önünde, imtihan vererek icazet almıştır.

Hacı Mustafa Efendi, medrese ilimleriyle yetinmeyip zamanının büyük ilim adamlarından olan Zeynelabidin, Rifat ve Ahmet Ziya Efendilerden, hesap, hendese, kozmoğrafya gibi müspet ilimler de tahsil etmiş, ayrıca Hacı Fettah Kabristanı’nda metfun, Memiş Efendi’nin oğlu Muhammed Bahaeddin Efendi’den manevî feyz almıştır.

Bundan sonra Hacı Mustafa Efendi, 22-23 yaşlarında Ziya Efendi ve kardeşleri tarafından kurulan ve zamanın en modern medresesi olan Islah-ı Medaris’te tedris hayatına atılmış, burada pek çok talebe yetiştirmiştir. Medreselerin kapatılmasından sonra, uzun yıllar Pîri Mehmet Paşa Camii İmam ve Hatipliği, Merkez Vaizliği görevlerinde bulunur. Tedris ve irşad görevleri, vefatlarına kadar devam eder. Onun tedris hayatı, medreselerin kapatılmasından sonra da devam etmiş, Kur’ân-ı Kerim ve din bilgilerinin okutulmasının şiddetle yasak olduğu dönemlerde, Piri Paşa Camii’nde ve cami civarında yaşlı bir hacı hanımın evinde gizli gizli talebe okutmuştur. Yağcızade Mustafa Efendi’nin vefatı üzerine, Aziziye Camii İmam ve Hatipliği’ne getirilmiş vefatına kadar bu camide halka vaaz ve nasihatlarına devam etmiştir.

İmam-Hatip okullarının açılmasından sonra, bütün mesaisini bu okula vermiş, kuruluşunda büyük hizmetleri geçtiği gibi, vefatına kadar da bu okulda hocalık yapmıştır. Merhum, bizim de Arapça, fıkıh ve hadis hocamızdı. Bu sebeple kendilerinden yedi yıl manevî feyz alma mutluluğuna erenlerden olduk.

Hocalığını yaptığı Islah-ı Medâris ve Dârü’l-Hilâfe Medresesi’nden, İmam-Hatip okuluna kadar binlerce talebe yetiştirmiştir. Ali rıza Işın, Batmanzade Mustafa Hoca, Kadınhanı vaizlerinden Salih Büyükcam, İstanbul’da bir camiin baş imamı olan Mehmet Fakihoğlu ve Şükrü Bağrıaçık hocalar, İmam-Hatip Okulu açılmazdan önce son dönemde yetiştirdiği talebelerinden bazılarıdır.

Derbentli Mustafa Efendi, Akcami İmamı Cemil Efendi ve Oğlu Mehmet Efendi, bir dönem BERİKA okuttuğu öğrencilerindendir. Bu gün İmam-Hatip Okulu’nda yetişen talebelerinden pek çoğu profesör, (merhum Harun Tolasa, Mustafa Uzunpostalcı, Ali Osman Koçkuzu, Hayrettin Karaman, torunu Mustafa Fayda, Orhan Karmış ve diğerleri doçent, müftü, avukat ve öğretmen) olmuş İmam-Hatip Okulu için çekmiş olduğu emekler boşa gitmemiştir.

İlme Verdiği Önem:

İlme ve dinî sohbetlere büyük önem verir: İlim ve sohbet meclislerinin cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu sık sık tekrarlar;

“- Meclisimiz meclis-i nurdur!” buyururlardı.

Yalnız amelsiz ilmin de bir mana ifade etmiyeceğini şu beyitle vurgularlardı.

Ümmi kalıp da cazibe-i dine incizâp

Evlâ değil mi âlim olup çekmeden azâp

Ömür boyunca talebe yetiştirmeye önem vermişler, kitap yazmayı akıllarından hiç geçirme-mişlerdi. Bizim Konya ulemasının hasletlerinden birisi budur.

Bir kitap yazmasını kendisinden rica eden, gazeteci yazara şu cevabı verir:

“ – Bir kalpten bin kitap çıkar, fakat bin kitaptan bir kalp çıkmaz!”

Rahmetli Ali Ulvi Bey’in anlattığına göre, İmam-Hatıp Okulu’nda cereyan eden bir olay dolayısıyla:

“- Bir talebenin yetişmesi uğruna, bin münafığın kahrına katlanırım.” buyurmaları, ilme ve öğrenci yetiştirmeye verdikleri önemi anlatmaya kâfidir sanırım.

İlim tedrisi ve tahsili hususunda son derece haris olup, talebelerini bir an evvel yetiştirmek isterlerdi. Pek çok dua ve salavat-ı şerife’yi vaaz ve nasihatları sırasında cemaatına öğretmişlerdir.

Sadece Konya İmam-Hatip Okulu’nun kuruluşunda değil, Adana İmam-Hatip Okulu’nun açılışında da büyük teşvik ve destekleri olmuştur.

Ahlâkı ve Tevâzu’u:

Hoca’mızın en bariz vasıfarından birisi de, son derece ahlâklı ve tevazu’ sahibi bir insan olması idi. Kelimenin tam manasıyla Muhammedî bir ahlâka sahipti. O herkese, her yönüyle örnek olabilecek ahlâk timsâli ve kâmil bir insandı. Nur topu gibi güler yüzüyle, büyük küçük demeden, sağa sola selam vere vere giderlerdi. Bu selam şekli ona, babasından miras kalmıştı.

Bizzat kendilerinden dinlemiştim:

Köylerinde, kendi tarlalarından ekip kaldırdıkları mahsulün saplarını harman yerine getirip dökerler. Babaları Hacı Veyis Efendi bir kenarda oturur. Henüz çocuk yaşta bulunan Mustafa Efendi, bir at koşulmuş düven (Alt kısmına “Çakmak taşı” denilen çok sayıda küçük taşlar yerleştirilmiş, kalın bir tahta sal; araba gibi önüne bir at koşulup ve saplar üzerinde sürüklenerek çekilen bir ziraat aleti) üzerine oturup, başakların ezilip tanelerin ayrılması için, daire çizerek saplar üzerinde dolaşır; saatlerce aynı şekilde devam eden bir dönüş…

Mustafa Efendi, babasının önüne her gelişinde mutlaka:

“- Es-selâmii aleyküm! Es-selâmü aleyküm!”

“ Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun” diyerek selam verirmiş.

Babaları Hacı Veyis Efendi de mutlaka:

– “ Ve aleyküm selâm!”

“ Allah’ın selâm ı, rahmet ve bereketi senin de üzerine olsun” diyerek, yüksek sesle selâmını alırmış.

Mustafa Efendi, arada bir selâmı unuturlarsa, Hacı Veyis Efendi, selâm vermeden ilerleyen yavrusuna arkadan seslenir:

“- Oğlum Mustafa! Selâmı unuttun!”

Mustafa Efendi, bulunduğu yerden yüksek sesle hemen:

“ -Es-selâmü aleyküm.” diyerek selam verir.

Babaları Hacı Veyis Efendi de yine mutlaka:

“- Ve Aleyhüm selâm.” diyerek, hiç bir dönüşte bir tek selâmı kaçırmadan, yüksek sesle selamını alırlarmış.

Hoca Efendi kimsenin kalbini kırmaz, kimsenin aleyhinde bulunmaz, ağzından malâyânî söz sadır olmazdı, ağzından boş söz çıkmazdı. İlimde, edepte, tevazuda bir eşi daha yoktu.

Birisi sormuş:

“- Efendim! Siz mi büyüksünüz, yoksa İbrahim Efendi mi?”

Verdiği cevap son derece manalı:

“- O benden büyük, ama ben ondan önce doğmuşum!”

Maddî manada bile, ben büyüğüm demiyor. Ne edep, ne incelik ve ne tevazu!

Rahmetli Ali Ulvi Bey son görüşmelerinde:

“- Amca! Bir nasihatta bulun da, ona uyâlım!” deyince,

Hoca Efendi önce:

“- Babam! Sen de bizim bildiklerimizi biliyorsun, sana ne nasihatta bulunacağım.” der.

Ali Ulvi Bey ısrar edince:

“ – Adam olamadım, adam olamadım de!”

Bir gün oğlu Mehmet Efendi’ye:

“- Falan adam alış-verişinde on lira zarar etmiş, fakir bu zararını nasıl telafi edecek!” diye üzüntüsünü bildirince,

Oğlu Mehmet Efendi de:

“- Hay baba, düşündüğün şeye bak! Zarar da kârın ortağı, bu gün on lira zarar eder, yarın da yirmi lira kazanır, telâfi eder gider” der.

Hoca Efendi rahatlayıvermiş:

“- Hay Allah senden razı olsun! Üç gündür huzurum kaçmıştı!” demiş.

İşte Müslümanlık bu… Müslümanların derdiyle dertlenmek ne güzel.

Yaz olsun kış olsun, gece olsun gündüz olsun herkesin yardımına koşardı. Gayretullah’a dokunur diye kimsenin talebini reddetmezlerdi.

Dünya malına hiç kıymet vermez ve kul hakkına son derece riayetkâr davranırlardı. Oğlunun ticari işlerini genişletmesine üzülür, onlardan; ahirete yarar iş yapmalarını isterdi. O’nun, hayatında para saydığını yakınları dahi görmemişti. Müteaddit defalar kendisine teklif edilen müftülük ve milletvekilliği tekliferini şiddetle reddetmiş ve hayatları boyunca siyasetle hiç ilgilenmemişlerdir. Hatta çocuklarına ve talebelerine bile, siyasetten uzak durmalarını tavsiye ederler; Şeytan’ın şerriyle, siyasetin şerrinden daima Allah’a sığınırlardı.

Nitekim siyasete giren nice din adamlarının, sonunda pişman oldukları, eski hâllerini ve halk nazarındaki itibarlarını kaybettikleri çok görülmüştür.

Hoca efendilerden birisi, Mustafa Efendi’nin, cemaatına sık sık nafile namaz tavsiye etmesi sebebiyle, hakkında ileri geri lafar etmiş. Ali Ulvi Bey, 12-13 yaşlarında camide hafızlığa çalışırken duyduğu bu lafarı amcasına ulaştırınca, Hoca Efendi hiç ciddiye almamış ve şöyle demiş:

“- Oğlum! O Hoca Efendi beni tanımadığı için benim aleyhimde konuşmuş, sövmüş. Aslında ben sövülecek değil, dövülecek adamım!”

Hoca Efendi, son derece müsamahakâr bir insandı. Sık sık; “Beğendiğini al, beğenmediğini bırak” manasında bir Arap atasözünü tekrarlardı.

Merhum Arif Etik Hoca’dan dinlemiştim:

Bir zamanlar Saadettin Kaynak Konya’ya gelmiş ve bir süre kalmışlar. Hoca Efendi, Kaynak’ın okuyuşunu ve makamını pek beğenirmiş. Bir gün yanındakilere:

“-Aman babam! Bu adamı salmayalım, istediği ücreti de kendisine ödeyelim. Yeter ki çocuklarımıza böyle Kur’ân-ı Kerim okumayı öğretsin.” der.

Orada bulunanlardan. Arif Etik Hoca’nın tabiriyle, münasebetsizin birisi:

“- Hocam! Bunlar arada şarap ta içer.” deyince, Hoca Efendi kaşlarını çatmış ve sinirli bir vaziyette: “-Varsın olsun!” cevabını vermiş.

Aslında Saadettin Kaynak şarap falan içmezmiş. Hoca Efendi öfelendikleri zaman kaşlarını çatar, kendine has bazı kelimeler dışında, ağzından asla çirkin bir kelime çıkmazdı. O halleri bile son derece sevimli idi.

İbadetleri:

Hoca Efendi, son derece Sünnet-i seniy-yeye ve ibadetine bağlı bir insandı. Bütün nafile ibadetleri kendi nefsinde uyguladığı gibi, bunu cemaatına da uygulatmaya çalışırdı. Öğle ile yatsı namazlarının son sünnetlerini dörder rekat olarak kılar, cemaatına da kıldırırdı. Ben, hayatımda onun kadar çok namaz kılan insan görmedim desem yeridir.

İmam-Hatip Okulu’nda Emine Hanım isminde bir hadememiz vardı. Hoca Efendi okulda olduğu zaman, daima hizmetine o bakardı. Fahri Efendi gibi, Hoca Efendi de sade kahveyi çok severdi. Emine Hanım, her zil çalışında cezveyi ateşe sürer, Hoca Efendi de bu arada bir kaç rekat namaz kılıverirdi. İmtihanlarda da aynı şekilde, biz soruları cevaplarken Hoca Efendi de kılabildiği kadar namaz kılarlardı. Sınıfın güney tarafına doğru oturduğum için, pek çok kere Hoca Efendi namaz kıldığı sırada yüzünü görürdüm. Namaz kılarken kendinden geçer, yüzü acaip bir hal alırdı. Bazan namaz kılarken hareket ettikleri de olurdu. Aynı şeyi camide de yaptığı olurmuş. Hatta bir seferinde, cemaatından sevdiği birisine:

“-Bana namazda yürüyor diyorlarmış. Dikkat edin bakâlım, ben gerçekten namazda yürüyor muyum?” demiş ve kendisini kontrol ettirmiş.

Kendileri nereye giderlerse gitsinler, girdikleri her yerde iki rekat namaz kılarlar, talebelerine ve cemaatına da:

“- Nereye giderseniz gidin, nereye varırsanız varın, iki rekât namaz kılmadan sakın oturmayın!” tavsiyesinde bulunurlardı.

Çoğu zaman, akşamla yatsı arasında kısa bir uykuya dalar, yatsı namazını kıldırıp geldikten sonra da hemen yatarlarmış. Gece erkenden kalkar, sabah namazına kadar ibadetle meşgul olur, sabah namazından sonra işrak vaktine kadar kendisi yatmayıp cemaatını da oyalar; işrak namazını kılmadan onları bile bırakmaz, kuşluk vaktine kadar yine ibadetle meşgul olur, talebelerini okutur, ondan sonra evlerine dönerlerdi.

Talebelerinden Mehmet Fakihoğlu anlatır:

“ Ben 12-13 yaşlarında Hoca Efendi’nin öğrencisi iken, bir gün Hoca Efendi camide yukarıya çıktı, uzun süre aşağıya inmedi.

Hoca ne yapıyor diye, merdivenleri yavaşça tırmandım;

Hoca Efendi iki dizi üzerine oturmuş, ellerini kaldırmış, gözlerinden yağmur gibi yaşlar akarak, kendilerinden geçmiş bir halde dua ediyorlar.

Görünmeden aşağıya indim. Bir süre sonra kendileri de aşağıya inip geldiler.”

Cömertliği ve İçtimaî Hizmetleri:

Hoca Efendi, zamanında pek çok hayır derneğinin ya başkanı, ya yönetim kurulunda görevli veya fahrî üyesi idi. Her hayırlı işte O’nun hizmeti ve himmeti vardı. İmam-Hatip Okulu’nun, yurtların, Kur’ân kurslarının, cami ve mescitlerin inşaasında ilk yardımı, kendileri yapar, ondan sonra cemaatın yardımını isterdi. Bazen cüzdanını tamamen boşalttığı olurdu. Fakir fukaranın, yardıma muhtaç öğrencilerin hâmisi idi. Geleni asla boş çevirmezdi.

1958 yılının son ayları… Askere gitmek için karar aldırdım. Bir ikindi namazından sonra Aziziye Camii’ne Hoca’mla vedalaşmak için gittim. Namazdan sonra caminin kuzey kapısından çıktılar. Ben de merdivenlerin yanında O’nu bekliyorum. Beni görünce, tebessüm ederek bana doğru yöneldi. Elini öptüm. Askere gideceğimi, hakkını helâl etmesini söyledim. Bana uzun uzun dua ettiler, dedelerimiz Zari ve Adil Efendileri rahmetle andıktan sonra, cebinden küçük çıtçıt para cüzdanını çıkardı. İçinden bir kâğıt beş liralık alıp bana doğru uzattılar. Ben bir anda, Hoca Efendi’nin yüzlerce talebesi olduğunu, her askere gitmek için kendisine vedaya gelenlere, beş lira vermeye kalksa, durumun ne olacağını, Hoca Efendi’nin bu kadar parayı nereden bulacağını düşündüm. Hoca Efendi’nin eli bir süre havada kalınca, hiç bir şey demeden sadece kaşlarını çatıverdi. Bu, “parayı al” demekti. Beş lirayı aldım, elini öpüp ayrıldım. Bu ziyaret, Hoca Efendi’yi son görüşüm oldu. Askerden izinli geldiğimde cenaze namazına katılabildim. Gerçekten o vakitler beş lira çok para idi. Ve o parayı harcayamadım. Hatıra olarak hâlâ saklarım.

Kerametleri:

Hoca Efendi, gerçek bir velî, olgun ve muttaki bir insandı, çok insan belki farkında olmadan O’nu bunun için seviyordu. O ne büyük bir insan sevgisidir ki, vefatından bunca yıl geçmesine rağmen, hâlâ unutulmadı ve hiç eksilmedi. Vefatından beri her an, kabri başında dua ediliyor.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri Marifetnamesi’nde, İmam-ı Gazâlî’den naklen şunları söyler:

“Cenâb-ı Hakk velilerine kırk keramet ihsan buyurmuştur. Bunun yirmisini dünyada, yirmisini de ahirette ihsan eder. Dünyadaki yirmi kerametten birisi, onları yani velileri kalblerin sevgilisi yapmış olmasıdır.”

İşte en büyük ve en önde gelen kerametlerinden birisi, onun herkes tarafından sevilmesi idi. Bu sevgi hâlâ devam etmektedir.

Aslında Hoca Efendi, keramet izharına taraftar olmayan ve ender yetişen büyüklerden birisi idi. Bazan istikbale ait ilginç şeyler söyleyive-rince, hemen kendisini toparlar:

“- Sahtekârlar! Beni, keramet izhar ediyor sanmayın, firasetimle söylüyorum.” buyururlardı.

Hacı Mustafa Efendi’nin yüzlerce kerametine şahit olunmuştur. Bizzat dinlediğim ve hiç bir yerde neşredilmeyen bir kerametini, ismi bende mahfuz bir hemşerimiz şöyle anlatır:

“Hayatımda ilk defa boy abdesti almam icap etti, utandığımdan annemden su isteyeme-dim. O hâlimle işe gittim. İkindiye kadar çalıştım. İkindi namazından sonra, omuzumda ekmek tahtasıyla Aşevi’nin yanında bir bakkala ekmek götürmüştüm. Bu sırada Hacıveyiszade uzaktan göründü. Aşevinin köşesinde oturanlar Hoca’yı ayakta karşılayıp elini öptüler. Hoca’nın elini ben de öptüm. Hoca Efendi bu sırada bana dik dik baktı.
“- Baban sana böyle mi terbiye verdi!” diye hafiften azarladı.

Elimden tuttu ve oradakilerden müsade isteyip, beni doğru Türbe Hamamı’na götürdü. Belimden yukarısını soydurdu ve bana “Boy Abdesti almasını” bizzat öğretti. Bunu hiç unutamıyorum.

Konya’nın meşhur âşıklarından rahmetli Mehmet Yakıcı bir gün erkenden köyünden bir tulum peynir getirir ve caminin kapısı yanına bırakır. Sabah namazı için camiye girer.

O zamanlar Aziziye Camii’nın önü ihtisap idi. Üretici, elde ettiği peynir, yağ, üzüm gibi malları burada satardı. Merhum Hoca Efendi sabah namazından soma, kısa bir konuşma yaparlardı. Bu konuşmayı da cemaatı işrak vaktine kadar oyalayıp onların işrak namazı kılmaları ve o namazın ecrini almalarını sağlamak için, konuşma da bazan uzayıverirdi.

O gün de, sabah namazını kıldıktan sonra, Hoca Efendi, âdeti olduğu üzera vaaza başlar. Mehmet Ağa, ayıp olur diye kalkıp gidemez, aklı hep peynir tulumundadır. İçinden:

“- Hoca konuşmayı çabuk bitirse de, pazar dağılmadan şu peyniri satsam.” diye içinden geçirir.

Konuşma uzadıkça da Mehmet Ağa kıpır kıpır kıpırdamaya başlar. Hoca bunu fark edince, vaazını bırakıp Mehmet Ağa’ya seslenir:

“- Sahtekâr! Biraz daha otur. Peyniriyin müşterisi hazır, satılacak işte!”

Mehmet Ağa işin sonunu şöyle anlatır:

“- Vaaz bitti, dışarıya çıktım. Bir sürü peynir tuluğu şurada burada yığılı dururken, alıcılar benim tuluğun başına üşüştüler. O peyniri kısa sürede yüksek bir fiyatla sattım.

Hastası olan, çaresiz kalan insanlar da Hocamıza koşarlardı. Gazeteci Mustafa Ataman Bey’den dinlediğim bir hatıra da çok ilgi çekicidir:

Mustafa Ataman Bey’in annesi öldüğü zaman, kız kardeşine bir vehim gelir. Annesinin ölmediğini ve diri diri toprağa gömüldüğünü söyler; yemez içmez ve devamlı feryadı figan eder. Bir türlü ikna edemezler. Doktora götürürler bir faydası olmaz. Ataman Bey, çaresizlik içinde Hoca ‘ya gelir, meseleyi anlatır.

Hoca Efendi:

“- Bir yeni testiye su doldur da gel.” der.

Hoca Efendi, getirilen testideki suyu okur ve söyle tenbih eder:

“- Bu sudan içirin, göğsüne de serpiverin.” der.

Hasta, getirilen sudan içer ve göğsüne de bu sudan serperler.

Mustafa Ataman Bey, hayretler içerisinde kalır. Kardeşi anında sakinleşip uyuya kalmıştır. Ve bir daha da, annesinin diri diri toprağa gömüldüğünden söz etmez.

Hoca Efendi’nin buna benzer daha pek çok kerameti vardır. Ama esas olan, O’nun her hâlinin keramet olmasıdır.

Vefatı:

1960 yılının ilk aylarında rahatsızlanır. Gittikçe rahatsızlığı ziyadeleşir. Beş Şubat günü rahatsızlığı daha da artar. Büyük oğlunu kastederek “Mehmet’i bulun” der. Oğlu cuma namazı için camiye gitmiştir, bulur getirirler. Rahatsızlığının şiddetine rağmen şuuru tamamen açık ve yerindedir.

Hayatında çok sevdiği Rasûl-i Zîşân’ını imdada çağırır ve ruhunu teslim eder.

Hacı Tahir Eferdi, Hoca Efendi’nin vefatını duyunca şöyle der:

“Makarr-ı ulema olan Konya’dan çok âlim, müftü, müsevvit ve vaiz gelip geçmiştir, ama Hacıveyiszade Hocamız gibisi gelmemiştir. Bundan sonra da gelmeyecektir.”

Merhum’un cenazesi, ertesi cumartesi günü saat 10.30’da evinden alındı, Mevlâna Caddesi ve Eski İş Bankası önünden hükümet meydanına, oradan da Saray Çarşısı önünden Kapı Camii’ne getirildi. Her taraf hınca hınç insan dolu idi. Öğle namazını müteakip mahşerî bir kalabalıkla cenaze namazı kılındı. Tabutu eller üzerinde ağır ağır Aziziye Camii’ne yönelirken, minarelerden salât-ü selamlar başlayınca gönülleri bu ayrılıktan yanan mü’minler, sel gibi göz yaşı dökerek yollarına devam ettiler. Mahşerî kalabalıkta tabut çok zor ilerliyordu. Bir saat sonra ancak, Aziziye Camii önüne gelinebildi. Yine burada başlayan selamlar halkı yeniden heyecana sevketti, yeniden göz yaşları döküldü. Merhumun naaşı, 15.30 sıralarında ancak ebedi isitarahatgâhına tevdi edilebildi. O gün cenazesine, 30-40 bin cemaatın katıldığı tahmin edilmişti. Cenazeden sonra yollardan arabalarla, ayakkabı, takke ve şapka toplandı. Eşyasını düşürenler, eğilip eşyalarını alamadılar, ayakkabı ve lastiklerini ayaklarına giyemediler. Konya’da cenaze merasimine kadınların katılması âdet olmadığı halde köşede kıyıda, binlerce kadın gözyaşı döktü.

Yeğen Ali Ulvi Kurucu tarafından kaleme alınan ve küçük kardeşi Hattat Ahmet Ziya Kurucu’nun Ta’lik Hat’la yazdığı mezar taşı kitabesi şöyledir:

HÜVEL HALLÂK UL BÂKÎ

Candan ve Cihandan geçerek afvine geldim
Hasret dolu ruhumla huzurunda eğildim

Ğufranın, rızvanın Rabbim kerem eyle
Şadet beni bilcümle ziyaretçilerimle

Candan geçen aşıkların ancak seni ister
Lutfunla nazar kıl bize dîdarını göster

Konya Ulemasından Hacı Üveys Efendi
Zade Hacı Mustafa Kurucu Efendi ruhuna Fatiha

Sene 8 Şa’ban 1379 Hicri
Şiir A. Ulvi KURUCU
Hat A. Ziya KURUCU

Hacı Veyiszade Hoca Efendi’nin ayak ucu taşı:

Derûnî bir vîsal aşkıyla gel zâir bu dergâha
Büyük arif bu yerden nûr olup yükseldi Allah’a

Ölümsüz yâdı bâkîdir, yaşar her an gönüllerde
Mubarek tatlı sîmâsı gülümser sanki her yerde.

Gönüller fetheden ulvî mücahit burda medfundur.
İlahî bin tecellinin temâşâsı ile memnundur.

Likâillah’e ermiş Kutb-i Rabbânî Veyiszade
Bütün envâr’a müstağrak, kesâfetlerden âzâde.

Sene 5 Şubat 1960 Milâdî
Şiir A. Ulvi KURUCU
Hat A. Ziya KURUCU

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi Kabir Taşı

Hacı Veyiszade Mustafa Efendi Kabir Taşı

KAYNAKLAR
– M. Ali Uz, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve Ailesi, Konya 2009, s. 12-13;
– M. Ali Uz, Hatıra ve Menkıbelerle Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, Konya 2011;
– A. Safa Odabaşı, “Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Hoca Efendi”, Yeni Gazete eki Cönk, s. 44;
– H. Veys Zade Mustafa Kurucu, Hayatı ve Şahsiyeti, Konya 1960;
– Ali Osman Koçkuzu, “Hacı Veyiszade Mustafa”, DİA, 14/506,
– Mustafa Ateş, “Hacı Veyiszade Hoca Efendi”, Akademik Sayfalar, 2007 C.7. S. 4, s. 71-75;
– Mustafa Uzunpostalcı, “Yirminci Yüzyılla Yirmi Birinci Yüzyıl Farkı Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu”, Akademik Sayfalar, C.7. S. 4, s. 71-75;
– Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Hacı Veyiszade Hacı Mustafa Sabri Efendi”, Konya Ansiklopedisi, 2012, s. 4 / 99-100.