Müftü Abdullah Ulubay
(1295/1878-1959)
1295/1878 yılında Beyşehir’in Yenişehir Mahallesi’nde doğdu. Babası Hafiz Ali Efendi’dir. İlk tahsilini Beyşehir’deyaptıktan sonra, Konya’ya geldi ve Ziyaiye Medresesi’ne girerek orada ünlü bilginlerimizden Büyük Aksekili Mehmet Emin Efendi’den icazet aldı, bu arada Müftü Kadınhanlı-zade Ali Rıza Efendi’den de Arap Edebiyatı okudu.
Konya’da yapmış olduğu tahsille yetinmeyerek İstanbul’a gitti, orada Muğlalı Fetva Emini Ali Rıza Efendi’den İslâm felsefesi ve İslâm Hukuku ile Arnavud Hüseyin Efendi’den mantık dersleri aldı. Bu arada tıp, koz-moğrafya ve cebir gibi fen ilimleri ile de meşgul oldu.
Bir ara Konya’ya dönen Abdullah Efendi, Şerafeddin Camii Dersiâmlığı’nda bulundu, sonra tekrar İstanbul’a gitti. Orada Ruûs Kürsü Şeyhliği Mülazımlığı’na getirildi.
Padişahın cuma namazını hangi camide kılacağı, önceden kendisine uzun bir zarfa bildirilir, zarfın içine de bir miktar altın konur, böylece sultanın da hazır bulunduğu, Beyazıt, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Saraçhane Camii gibi İstanbul’un meşhur camilerinde vaaz verir ve halkı irşad eder.
İlim tahsilinde büyük istidadı olan Abdullah Efendi, bundan sonra 1913 yılında Medresetü’l-Kuzât’tan birincilikle mezun oldu. Bu sebeple de âdet olduğu üzere İstanbul Kadılığı’na tayin edildi. Büyük harbin patlak vermesi ve ailesinin Konya’da bulunması dolayısıyla kayınpederinin de ısrarları üzerine, tekrar Konya’ya döndü.
Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Albümü’nde Abdullah Efendi’nin Medresetü’l-Kuzat’ta 1913 yılında girdiği, 1918 yılında mezun olduğu zikredilir. (C.3, s. 104)
Farsça’yı Balıkesir eski mebuslarından Abdülaziz Mecdi Efendi’den öğrenen Abdullah Efendi, aynı zamanda da meşhur bir hattattır. Sülüs ve nesih yazıları Selimiye Camii İmamı Hacı Abdurrahman Efendi’den, ta’lik yazıyı da Mesnevîhan Sıdkı Dede’den öğrendi.
Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Abdullah Efendi, İstanbul Darü’l-Muallimîn’den de mezun oldu, uzun yıllar İsparta İdadileri’nde, ulum-i Arabiyye ve din dersleri, Konya erkek ve kız mekteplerinde din dersleri, İslâm felsefesi ve edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Aziziye Camii’nde uzun yıllar vaizlik yaptı, daha sonra Ali Rıza Efendi’nin vefatından sonra 1951 yılında Konya Müftülüğü’ne getirildi. Müftülük yaptığı sıralarda, İmam-Hatip okulunun açılması üzerine, Konya İmam-Hatip Okulu’nda uzun yıllar akaid dersleri okuttu. Bizim de akaid hocamız olan merhum, son devirde yetişen âlimlerin en büyüklerinden idi. Bütün ilim adamları, ilmi kudretini kabul eder, rahmetli Hacı Veyiszade Mustafa Efendi Hocamız:
“- Eğer Türkiye’de iki âlim varsa, mutlaka birisi Abdullah Efendi’dir. Eğer bir âlim varsa yine odur.” derdi.
Abdullah Efendi son derece mütevâzı, ahlâklı, zayıf orta boylu, nahif bir zat idi. Okulda not tutturur, dersi tane tane ve çok güzel anlatırdı. Aradan elli yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, anlattıkları hâlâ hafızalarımızdadır.
Zamanın Konya Valisi Cemil Keleşoğlu, kendilerine büyük değer verir ve hürmet gösterirdi. Cemil Keleşoğlu, Hoca Efendi’nin vefatına yakın yıllarda bir Amerikalı uzmanla ziyaretine geleceğini haber verir. Müftü Efendi dini kıyafetini giyer ve misafirleri beklemeye başlar. Misafirler gelir, önden Amerikalı, arkasından tercüman, onu takiben de Vali Bey içeri girer. Abdullah Efendi, Amerikalı içeri girerken ayağa kalkmaz, Vali Bey’i ise ayakta karşılar.
Hal hatır sorulduktan sonra, hoca şu açıklamayı yapar: “- Ben en son ve mütekâmil bir dinin temsilcisiyim, size onun için ayağa kalkmadım. Özür dilesem ayağa kalkmış gibi olurum!”
Bu açıklama Vali Bey’in çok hoşuna gider. Hoca hakkında iltifatlarda bulunur. Amerikalı sohbet sırasında Müftü Efendi’ye pek çok sual tevcih eder, cevaplarını da alır.
Hocayı çok beğenen Amerikalı şöyle der:
“- Ben pek çok İslâm ülkesi gezdim ve pek çok ilim adamı ile görüştüm, sizin kadar entellek-tüel, sizin kadar bilgili din adamı ile karşılaşmadım.”
Amerikalı, Amerika’da kuracakları İslâm Enstitüsü için, merhumu uzman olarak Amerika’ya davet eder. Her türlü ihtiyacının karşılanacağını ve istediği ücretin verileceği söyler. Ünlü âlimimiz teşekkür eder ve ihtiyarlığını ileri sürerek bu teklifi reddeder. Merhum, gerçekten Türkiye çapında değil, dünya çapında bir âlimdi. Bu araştırmamla uğraştığım sıralarda, merhumun kızı Kübra Hanım’ın Konya’da olduğunu öğrenince, kendilerine telefon ettim ve randevu talebinde bulundum. Eşimle beraber ziyaretlerine gittik. Kübra Hanım, seksen bir yaşında olduklarını söyledi. Yetmiş yıllık olayları bütün teferruatıyla hatırlıyorlardı. O da babası gibi son derece zeki bir insandı.
Abdullah Efendi’nin müftülük hayatında 3-4 ay kadar bir kesinti var. Ben rahatsızlığı ve yaşı sebebiyle görevini bıraktığını zannediyordum. Kübra Hanım bu kesintiye açıklık getirdi. O zamanlar Hoca Efendi’nin vermiş olduğu bazı konulardaki fetvalardan, adlî makamlar rahatsız olmuş. Bu sebeple zamanın Diyanet İşleri Başkanı, Müftü Efendi’yi telefonla arar ve dikkatli olmasını söyler. Müftü Efendi; kendisinden fetva isteyenleri boş çeviremeyeceğini, bunun görevi olduğunu söyleyince de, aralarında ufak bir tartışma geçer.
Ve sonuda Abdullah Efendi:
“- Sabri Sabri, bana bak! Seni oraya, beni buraya dini yıkmak için mi koydular?” diyerek telefonu kapatır.
Bu olay, 1956 yılının son ayında cereyan eder. Bu sözlerin, aralarındaki dostluk ve hemşehrilik dikkate alınarak söylendiği muhakkaktır. Bu arada Konya Müftülüğü’ne 1957 yılı başında Yusuf Ziya Ersal tayin edilir. Onun müftülüğü kısa sürer, tekrar Konya müftülüğüne Abdullah Ulubay Hoca getirilir. Albümde de aynı tarihler verilmektedir.
Çocukları, Hoca Efendi’yi yaşı ve rahatsızlığı sebebiyle, görevini bırakmasını sık sık söyler, fakat onu bir türlü görevi bırakmaya ikna ede-mezlermiş. O günlerden bir gün, Abdullah Efendi eve üzgün dönmüş ve çocuklarına:
“- Benim üzüldüğüm, sizin sevineceğiniz bir haber vereceğim.” demiş ve görevden alındığını haber vermiş. Bir süre sonra yapılan hata tashih edilmiş, liyakati sebebiyle Abdullah Efendi tekrar görevine iade edilmişti. Vefatına kadar da bu görevde kaldı.
Kübra Hanım’ın tashih ettiği bir hususda vefat tarihi ile ilgili oldu. Kabir taşında vefat tarihi her nasılsa yanlış yazılmış, doğrusu ise; 21.1.1959 olacakmış. Adı geçen albümde de aynı tarih verilir. “Ayaklı Kütüphane” olarak tanınan merhumun “İşaretü’l Meram” isimli basılmamış bir eseri varmış. Kübra Hanım bu eserin Aksekili Hüseyin Efendi’de olduğunu ve sonradan kaybolduğunu söyledi.
Abdullah Efendi’nin de Hattatlar Armağanı’nda adı geçer ve onun bazı icazetname ve mecmualar kaleme aldığı zikredilir.
Ömrünün büyük bir bölümünü okuma ve inceleme ile geçiren ve ender dehalardan biri, aynı zamanda da iyi bir hattat olan Abdullah Efendi, 21.1.1959 tarihinde vefat etti ve Üçler Kabristanı’nda toprağa verildi. Merhumun kabri, Hacıveyıszade Mustafa Kurucu Hocamızın yakınında, hemen kuzey doğusundadır.
Abdullah Efendi, üç defa evlenmiş, on ikisi ilk hanımından, birisi de ikinci hanımından olmak üzere on üç çocuğu olmuştur. İlk eşi, Vesile Hanım, Aboğlu Mustafa Efendi’nin kızıdır.
KAYNAKLAR
– A. g. Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Albümü C.3, s. 104;
– Sural, Veli Sabri Uyar’ın defterlerinden, “Hattat Beyşehirli Abdullah Efendi” Konya’nın Sesi, 28 Eylül 1978;
– Abdullah Ulubay ile ilgili geniş bilgi kızı Kübra Ulubay’dan alındı.